Sadakat ahlâkî faziletlerin en önemlisidir, diyebiliriz. Çünkü doğruluk kişiyi her türlü kötülüklerden, kötü ahlaktan korur. Doğruluk, sıdk kalp ile dilin birbiriyle uyumlu çalışması yani Kalbin ve lisanın doğru olması, doğruluk üzerinde birleşmesidir. Kalp ve lisan doğru olunca amel de doğru olacak ve kişiden salih ameller sudur edecektir. Elbette sözlerin en doğrusu ve güzeli Allah Teâlâ’nın sözü sonra da Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellemin sözüdür. Nitekim Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Allah ki O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Elbette sizi kıyamet günü toplayacaktır. Bunda asla şüphe yoktur. Söz bakımından Allah’tan daha doğru kim vardır?” (Nisa, 87)
“Biz ancak doğru söyleriz.” (En’am, 146)
Allah Teâlâ müttaki kulların vasıflarını da şöyle açıklıyor:
“Onlar sabreden, DOĞRU OLAN, gönülden kulluk eden, hayır yolda infak eden ve seher vaktinde bağışlanma dileyenlerdir.” (Âl-i İmran, 17)
Kişi gerek dünyada ve gerekse ahirette doğru olmanın, sadıklarla beraber olmanın mükâfatını mutlaka görecektir.
“Allah buyurdu ki: Bugün öyle bir gündür ki doğruların doğruluğu onlara fayda verir.” (Maide, 119)
“Çünkü Allah, sadakat gösterenleri sadakatleri sebebiyle mükâfatlandıracak.” (Ahzab, 24)
İbn-i Mes’ud radıyallahu anhtan rivayet edildiğine göre, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Doğruluk iyiliğe götürür. İyilik cennete iletir. Kişi doğrulukta devam ede ede nihayet Allah katında SIDDIK olarak yazılır. Yalan fücura iletir. Fücur ise ateşe götürür. Kişi yalan söylemekte devam ede ede nihayet Allah katında yalancı olarak yazılır.” (Buhârî-Müslim)
Saffan bin Süleym radıyallahu anhtan: Dedi ki:
“Ey Allah’ın Rasulü mü’min korkak olur mu?
-Evet olabilir, buyurdu.
-Peki mümin cimri olur mu?
-Evet olabilir, buyurdu. Mü’min yalancı olabilir mi? diye sorulunca,
-Hayır asla! buyurdu.” (Muvatta)
Doğruluk bütün iyiliklerin, güzelliklerin anası, yalan da tüm kötülülerin ve çirkinliklerin anasıdır. Her müslüman kendisi için iyi bir ortam bulmalı, kötü ortamlardan uzak durmalıdır. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:
“Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 119)
İşte müslümanın ortamı, bu ortamlardır. Sadıklarla, sıddîklarla beraber olmak. Onların ortamında her geçen gün onlara benzeyerek, onlardan biri hâline gelmektir. Yalan söylemenin caiz olduğu yerler vardır, onlar da;
1- Kişinin hanımının gönlünü hoş tutmak için söylediği yalan.
2- Harpte yalan söylemek. Çünkü harp bir taktiktir. Bu savaş gerek sıcak savaş ve gerekse soğuk savaş olsun.
3- İki kişinin arasını bulup barıştırmak için söylenen yalan.
Bunların dışında yalan söylemek asla caiz değildir. En doğru insan, en kâmil mânâda imana sahip olan insandır. Çünkü sağlam ve kâmil bir imana sahip olan, kulluk şuuruna eren, teslimiyeti tam olan bir kişi, basit dünya çıkar ve menfaatleri için doğruluktan ayrılmadığı gibi, çeşitli sıkıntı ve eziyetlere maruz kalsa bile doğruluktan şaşmaz ve asla yalana tevessül etmez. Allah Teâlâ sadakatin yüksek mertebesini şöyle açıklamıştır.
“Gerçek iyilik yüzünüzü doğu veya batı tarafına döndürmeniz değildir. Asıl iyilik o kimsenin iyiliğidir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere inanır. Allah rızası için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalanlara, dilencilere ve boyunduruk altında bulunan köle ve esirlere sevdiği maldan harcar, namaz kılar, zekât verir. Antlaşma yaptığı zaman sözlerini yerine getirir. Sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreder. İşte doğru olan bu vasıfları. Muttakiler ancak onlardır.” (Bakara, 177)
Ayet-i kerimede doğruluk ile vasıflanan kişilerin iki özelliği zikredilmektedir: İman yönünden kemalatın doruğunda olmaları ve amel bakımından amel-i sâlihin zirvesinde bulunmaları.
Kişinin imanı, kalpteki tasdik, lisandaki ikrar ve vücut iklimindeki amal-i sâlihanın tezahürleri ile kemâlâtın en uç noktasına yükselir. Demek oluyor ki, kalbin, lisanın ve amelin doğruluğu sıddıkiyet için şarttır. Bunlardan biri eğri olduğu zaman sadakat, doğruluk olmaz. Yukarıda zikredilen ayet-i kerimede vasfedilen sadıkları bulmalı, onlarla hemdem, hemmeclis olmalıyız. Bu gibiler her devirde az bulunurlar. Hele zamanımızda bu zatlar kibrit-i ahmerdirler. Azın azıdırlar. Kişi ve toplumlar çok büyük ölçüde dejenere olmuştur. Politikada, ticarette, beşerî münasebetlerde doğruluk nerdeyse bir hayal olmuş; yalan, hıyanet toplumu kasıp kavurmaktadır. Hele milletin idaresini, yönetimini üstlenen kişilerin sadakatsizliği, millete karşı yalan söylemeleri ve toplumu aldatmaları kadar bir felaket, bir musibet düşünülemez. Maalesef bugün bu musibet, bu bela, milletlerin başında kara bulutlar gibi dolaşmaktadır. Verdiği söze sadık kalmayan, randevularına önem vermeyen, kendi toplumunu, milletini aldatmaktan ve onlara yalan söylemekten utanmayan, ortalamanın altındaki düşük karakterli insanlar yönetimde ve iş başındadırlar.
Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Senin doğru söylediğine inanan bir kişiye yalan söylemen en büyük hıyanettir.” (Ebu Davud) buyurmaktadır.
Abdullah bin Ebil Hums radıyallahu anhtan:
“Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile henüz peygamber olarak gönderilmezden önce bir alışverişte bulundum. Onun lehine bir hesabım kaldı. Falan yerde buluşalım diye randevu verdim, fakat unuttum. Üç gün sonra hatırladım ve gittiğimde O’nun hâlâ orada beklemekte olduğunu gördüm. Bana şöyle dedi:
“Ey delikanlı beni yordun. Tam üç gündür seni burada bekliyorum” (Ebu Davud)
Hadiseyi tefekkür edelim ve hâlimizi yorumlayalım.
“Allah’a ve Peygambere inananlara, dosdoğru olanlara ve Allah yolunda şehit düşenlere, işte onlara Rableri katında nur ve ecir vardır.” (Hadid, 19)
KAYNAKÇA
Leave A Comment