Akıl ve irade sahibi insan, bu sahipliği nedeniyle diğer varlıklar arasında özel bir yere ve öneme sahiptir. Fıtrat üzere dünyaya gelir, daha sonraki yaşam deneyimleri ile kişiliği, kimliği biçimlenir, şekil ve şemail kazanır. Bu biçimlenme sürecine genel olarak verilen isimlerden biri “eğitim”dir. Öğrenebilme kapasitesi ile birlikte dünyaya gelen insanoğlu, eğitim aracılığıyla bilgi ve duyguları öğrenir, değerler üretir ve öğrenir, psikomotor bir takım yeterlikler kazanır ve geliştirir.

İlk dünyaya geldiğinde insan genel olarak saftır, temizdir. İyi ve kötü özellikleri, alışkanlıkları ve davranışları aile içerisinde başlayıp zamanla daha geniş alanlara yayılan çevresiyle birlikte diğer varlıklardan dinleyerek, izleyerek, yaparak, hissederek vb. öğrenir. Burada bahsedilen iyi ve kötü özelliklerin, insanın ya da insanlığın değer dünyası ile ilgili olduğu belirtilmelidir. Bazı davranışlar ve özellikler kimi insanlar ya da toplumlar için iyi, kimileri için kötü olarak değerlendirilebilir. Ama her halükarda bu özelliklerin önemli kısmı öğrenme ürünüdür, yaşarken öğrenilir.
Yetişkinlerin bu süreçteki görevi, insanın fıtratında bulunan iyi özellikleri öğretmek ve geliştirmek, belirginleştirmek; kötü özellikleri ise mümkünse yok etmek, mümkün değilse bastırmak ve geriye atılmasına yardımcı olmaktır. Burada üzerinde durulması gereken sorun, iyi özelliklerin geliştirilip güçlendirilmesi, kötü özelliklerin ise bertaraf edilmesi için ne yapılması, nasıl davranılması gerektiğidir.

Yalan söylemek; dünyanın her yerinde, her kültürde, her dinde, yaşam biçimi ya da ideolojide yerilen, kötü olarak kabul edilen özelliklerden biridir. Buna rağmen yine her kültürde, ortamda insanların başvurabildiği davranış kalıplarından biridir. Nasıl oluyor da tüm insanlar tarafından kabul edilen bu özellik, yine insanların büyük kısmı tarafından başvurulan, yapılan bir davranış haline gelmektedir? Bu durum sorgulanmalıdır.

Diğer kabiliyetler olduğu gibi yalan ya da doğru söyleme, yalan ya da doğru sözlü olma kabiliyeti de doğuştan gelmektedir. Ancak insanın yalan ya da doğru sözlü olması, yaşam esnasında öğrenilen bir davranış kalıbıdır. Sorgulanması gereken, insanların; tüm insanlar tarafından kabul edilen ve övülen bir özellik olarak doğru sözlülüğün yerine yine tüm insanlar tarafından kötü kabul edilen ve yerilen yalan söyleme özelliğinin kazanıldığıdır. Her ikisini de öğrenebilme kabiliyetine sahip olan insan niçin yalan söylemeyi öğrenmektedir? Doğru sözlü olmak yerine niçin insan yalancı olmayı ve yalan söylemeyi tercih etmektedir?

Gelişim açısından bakıldığında insanın fıtratının doğru söylemeye daha meyilli olduğu görülmektedir. Çocukların saf olması, iç ile dışlarının bir olması, düşündüklerini ve bildiklerini olduğu şekliyle yansıtma davranışını sergiledikleri; buna karşılık ilerleyen yaşlarda bu saflığın bulanıklaştığı; zaman zaman yalan söylemeye başladıkları, hatta kimi zaman yalan söylemeyi bir alışkanlık haline getirip doğru söylemeyi hiç düşünemedikleri durumlar da ortaya çıkmaktadır.

Bu durum, insan fıtratının doğru söylemeye daha meyilli olduğu; buna karşılık yaşam esnasında yalan söylemenin doğru söylemenin yerine daha tercih edilir hale geldiğinin önemli bir göstergesidir. Atalarımız boşuna “çocuktan al haberi” dememişlerdir. O halde yukarıdaki soruyu şu şekle çevirelim: İnsan, nasıl oluyor da doğru söylemeye daha meyilli iken ilerleyen dönemlerde yalan söylemeye daha meyilli hale gelmektedir?

Bu sorunun en kısa cevabı; insanın yaşam esnasında geçirdiği eğitimsel deneyimlerin ve öğrenme yaşantılarının buna zemin hazırlayıcı nitelikte olduğu şeklinde verilebilir. Peki ama niçin? Niçin insan yaşadıkça iyi bir değer olan ve övülen doğru sözlülük ve doğruyu söyleme yerine herkes tarafından yerilen yalan söyleme ve yalancılığı öğrenmeye zemin hazırlayan durumlarla karşılaşmakta ve yalan söylemeye daha meyilli hale gelmektedir? Bunun sorumlusu kimdir ya da nedir? Eğitimciler olarak anne ve baba, öğretmen, diğer yetişkinler ya da akran gruplarının yalan ya da doğru sözlülüğü öğrenme sürecindeki rolü ve etkisi nedir? Ya da kurum olarak aile, okul, diğer kurum ve kuruluşlar ile bunların ortamlarının bu süreçteki rol ve etkileri nedir?

İnsanın neyi öğrenip davranış haline getireceği üzerinde etkili olan şeylerden biri, öğrenilenin bireye sağlayacağı yarar ya da zarardır. Davranışçı öğrenme kuramı, insanın davranışları sonunda karşılaştığı durumun memnuniyet ya da rahatsızlık verme durumuna göre insanın öğrendiği ya da unuttuğunu/bıraktığını belirtmektedir. Bireyin doğru söylemesi ya da yalan söylemesi durumunda karşılaştığı durum, yalan ya da doğru sözlü olmayı öğrenmesini beraberinde getirmektedir. Örneğin doğru söylediğinde ceza aldığını; buna karşılık yalan söylediğinde cezadan kurtulduğunu fark eden birey, ceza almamak adına daha sonra da yalan söylemeyi tercih eder hale gelebilmektedir.

Diğer taraftan insanın önemli öğrenme yollarından biri, gözlem ve model alma yoluyla öğrenmedir. Görme duyusu, insanın önemli öğrenme araçlarından biridir. Yapılan araştırmalar mevcut öğrenmelerimizin yaklaşık %83’ünün görme duyusuyla edinildiğini ortaya koymaktadır. Çevresinde yalan söyleyenleri, yalan söyleyince kazançlı çıkanları; doğru söyleyince kayıplar yaşayan bireyleri gören bir bireyin, yalan söyleme davranışını model alma eğilimine girmesi beklenmelidir. Hele ki bu gözlenen kişiler birey üzerinde etkili olan anne-baba ya da öğretmen gibi önemli ve etkili kişilerse bu ihtimal daha da güçlenmektedir. Bu model insanlar ne kadar “yalan söylemeyin, yalan kötüdür, yalan zararlıdır…” gibi söylemlerde bulunurlarsa bulunsunlar, insan öğrenmesi açısından duyduklarına göre gördükleri daha etkilidir ve kalıcıdır.

İnsanların öğrenmeleri üzerinde etkili olan durumlardan biri de hiç şüphesiz tekrardır. İnsanın yalan söyleme durumunu tekrarlaması halinde, bu tekrar arttıkça bu kötü davranış bir alışkanlık haline gelecektir. Mahatma Gandhi’nin şu veciz sözünü hatırlamakta yarar var (http://www.guzelsozlerin.com/mahatma-gandhi-sozleri.html):

  • Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür…
  • Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür…
  • Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür…
  • Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür…
  • Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür…
  • Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür…
  • Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür…

Peki çözüm nedir? Ne yapılırsa insanların yalan yerine doğru söylemeyi tercih etmesi, doğru sözlü olması, yalandan nefret etmesi ve uzak durması temin edilebilir. Gerçekte yukarıda bahsedilen durumlar, bu sorunun da cevabını içermektedir. Bununla birlikte şunlar önerilebilir:

  • İnsanlar doğru söyleyince cezalandırılmamalı, gerekiyorsa ödüllendirilmeli; buna karşılık yalan söyleyen kişiler uyarılmalı, gerekiyorsa cezalandırılmalı,
  • Yalan söylemek bir çıkış yolu olarak gösterilmemeli, hissettirilmemeli, bu doğrultuda bir tecrübe geçirmemesine özel önem verilmeli,
  • Yalan söylemesi kesinlikle görmezden gelinmemeli, mutlaka tepki verilmeli,
  • Model insanlar, çevredeki kişilerin kendilerini örnek aldığı bilinci içerisinde yalan söylemekten özellikle uzak durmalı,
  • İnsana güzel bir üslupla nasihat yalancılık ve doğru sözlülük üzerine nasihatte bulunulmalı, zihinsel olarak yalanın kötülüğüne, doğru sözlülüğün güzelliğine ikna edilmeli,
  • İnsanın yalan söyleyeceği ortamlar oluşturmaktan kaçınılmalı, yalan söylemesi yerine sessiz kalması tercih edilmeli, büyük cezalarla tehdit edilerek yalan söylemeye yönlendirilmemeli,
  • Yalanın ancak geçici bir durum için geçerli olabileceği, doğrunun ise her zaman ve her yerde geçerli olacağı sıklıkla vurgulanmalı,
  • Yalan söylemekle ilişkili olan iki yüzlülük, iftira, abartma, gerçeği gizleme gibi diğer olumsuz davranışlar da birlikte yerilmeli, birbiriyle ilişkilendirilmeli,
  • Yalanın ancak insanı aldatabileceği, Allah (CC)’ ın içtekini ve dıştakini bildiği sıklıkla hatırlatılmalı, inanç boyutu beslenmeli,

Selam ve dua ile
Doç. Dr. Rüştü YEŞİL

KAYNAKÇA
http://www.ilkadimdergisi.net/yazi/bir-egitim-sorunu-olarak-yalan-ve-yalan-soyleme-914.html