Cemalnur Sargut Hoca’yı artık milyonlar tanıyor… Ama onunla daha hiç tanışmamış olanlara onu nasıl anlatırım diye düşündüm… Tek aklıma gelen “AŞK” oldu… Allah ve Peygamber aşığı bir insan düşünün ve bunu sadece dilde değil, davranışıyla yaşatan bir hoca… Huzur dolu ramazan ayı gelince, kendisinden randevu istedim… Ve beni kırmadı… Sohbet aktı gitti… Gözler yaşlı, kalp huzurlu ayrıldım oradan…

Mutasavvıf yazar Cemalnur Sargut Hoca web sitesinde kısaca şöyle anlatılıyor…:

Cemâlnur Sargut 1952’de İstanbul’da doğmuş, üniversite eğitimini Kimya Mühendisliği dalında tamamladıktan sonra 20 yıl kimya öğretmeni olarak görev yapmıştır. Mutasavvıf bir ailede yetişen Cemâlnur Sargut, gençlik yıllarında felsefeye ilgi duymuş ve büyük felsefecilerin hayatlarını incelemiştir. Felsefenin yaşanılamayan bir ilim olduğunu fark etmesinin ardından, ilmini hâl etmiş bir örneğin arayışı içinde Mevlânâ’ya yönelmiş ve hocası Sâmiha Ayverdi’nin isteğiyle Kur’an-ı Kerîm ve karşılaştırmalı Mesnevi çalışmalarına başlamıştır. Ve bunu tâkiben yine hocasının teşvikiyle 24 yaşında gençlerle başladığı Mesnevi çalışmalarına bugün milyonlara hitâb ederek devam etmektedir.

Gelin şimdi aşk ile sohbet edelim…

Hocam Allah bizi neden yarattı?

Melekler Allah’a sormuşlar… “Sen Adem’i neden yarattın? Bizim gibi hep sana ibadet eden varken… Gelecekte kan dökecek nesli neden yaratıyorsun…” diyorlar. Allah’ın cevabı o kadar güzel ki ; “Ey melekler işleyin günahları…” diyor. Çünkü Allah’a bu soruyu sormak günah… “İşleyin ama siz günah işledikçe ben rahmetimle ve affımla öyle bir ortaya çıkarım ki… Ben affetmeyi ve rahmetimle ortaya çıkmayı çok severim…” diyor.

Bir de dün abimle konuşuyorduk… Kur’an-ı Kerim direkt yaratma sebebi anlatmamış diyor abim. Ben de dedim ki… Bir çok ayette özellikle Tebareke’de “Bak! Abes bir şey görebiliyor musun? Bir tek yanlış görebiliyor musun? Gözlerin döner, bak!” Ve yine Rahman Suresi’nde; “Allah’ın hangi nimetini yalanlayabilirsin?” diyor… Bu mealde çok ayet var.

Yani; kendini, O’nun bir parçası olduğunu ve eksik olduğunu… O’nunsa her şeyin sahibi ve mükemmel olduğunu görmen için yaratmış bu alemi yüce Allah… Ben bir parçayım ve eksiğim ama iyi ki parçayım çünkü O mükemmelin parçasıyım diyorsun… Burada Hz. Şems’i anmak beni çok etkiliyor… Hz. Şems’e soruyorlar; “Sen kimsin?”. “Ben Allah’ın dostunun dostuyum. Onun için daha şanslıyım. Dostu Mevlana, ben dostunun dostuyum” diyor.
Yani parçaya dahil olmak, parça olup o bütüne dahil olmak… O bütünün güzelliğini hissetmek. Parça olmasan, bütünü göremeyeceksin… O’nun içinde olsan onu göremeyeceksin… Biz ayrılıp parça olarak bütünün güzelliğini seyretmek için yaratıldık hayatım… Bu çok zevkli bir şey…

Kulluk görevlerimiz nelerdir?

Birinci vazifemiz kul ne onu bilmek… Kulluğu kategorize edersek bir tek kul kalıyor Peygamber… Yani hakiki kulu anlatmaya kalkarsak tevazuda öyle bir noktada olması lazım ki hiç varlığı kalmayacak… Bizde öyle bir şey yok… O zaman bir kul kalıyor o da Hz. Muhammed (s.a.v.).

Kulluk vazifesi demin de söylediğim gibi parçanın bütünü her şekilde görüp onun istediklerini yapmasıdır. Yani şunu düşünmesidir… Bütünüm sevgilim, benim her şeyim olan sevgilim benden hoşnut olsun… Kulluk görevini O’nun için yapmalı yoksa O’nun vazifelerimize ihtiyacı olduğu için değil.

Bir de sevgiliyi memnun eden her şey kulluk vazifesidir. Tabi namazı, orucu saymıyorum onlar mecburi vazifelerimiz… Ben sevdiğimi bir programa sokmak isterim rahat ve huzurlu yaşasın diye, Allah da bizim mutluluğumuz için bize bir takım ibadetler vermiş. Kendisinin bundan bir kazancı yok, sadece bizim mutluluğumuz için.

Bir örnek vereyim bununla ilgili… Bir abimiz lise arkadaşlarıyla meyhanede buluşacaklarmış… Mürşidine demiş ki “Ben arkadaşlarımla buluşmak için meyhaneye gideceğim.” Mürşidi de demiş ki: “Benim sana güvenim var, git…” Ertesi gün gelmiş demiş ki “Ben bira içtim.” Mürşidi neden diye sormuş… “O kadar ısrar ettiler ki insanları kırmak istemedim” diye cevap vermiş… Mürşidi çok kızmış… “Bir sürü hata yaptım, daha beterlerini yaptım, yine de kızmadınız dua ettiniz adam olayım diye. Buna neden kızdınız” demiş şaşırarak abimiz… “Kulun isteğini Allah’ın isteğinden üstün tuttun ona tahammül edemedim.” demiş mürşidi…
Bütün mesele budur… Yani kulluk; kulun isteğine göre değil, Allah’ın isteğine göre yaşamaktır… Bütün tarifi budur… Bana da hocam şöyle demiştir: “Öleceğini, asılacağını bilsen yalan söyleme…” Anlatabiliyor muyum?

Çok güzel anlatıyorsunuz hocam Allah razı olsun…Peki ibadetlerdeki o zevki nasıl alacağız? Mesela namaz kılarken aklımız başka yerlere gidebiliyor…

Okulda çalışırken ödevleri çok zor yaparsın… Aynı ödevi okulu bitir, mürşidin versin çok zevkli yaparsın. Çünkü orada vazife var, burada aşk var… Namazı da vazife olarak kıldığın zaman çok sıkıcı… Onun için aşkı arttırmak lazım. Allah ile irtibat ve Allah aşkı artarsa namaza koşa koşa gidiyor insan… Onu vazife gibi görmüyor, sevgiliyle buluşma olarak görüyor… Bir de namazı kılarken şu anda ben Peygamberimin arkasındayım diye düşünürse tir tir titrer insan…

Allah’ın bizden razı olduğunu nasıl anlarız?

Gayet basit…(Gülümsüyor). Seni hayra koşturup kendiyle meşgul ediyorsa senden razı kızım…

Namazın en üstünü nasıldır?

Her yerde Allah’ı görmeye başlayınca o zaman namazı Kabe’nin içinde gibi kılarsın… Her yerde her şeyde… Böcekte, çiçekte, elbisede… Her şeyde… O zaman benim mürşidimin yaşadığı dönemde sigara bu kadar yasak değilmiş. Biz içmenin de içmemenin de zevkini biliriz derlermiş. Ve sigarayı bile bana zevk verdi şimdi hürmetsizlik etmeyeyim diyerek kibarca söndürürlermiş.
Yani her şeye hürmet ettiğin zaman üç secdeli namaz kılarsın… İki secdeyi normal yaparsın üçüncü secdeyi de o cennetin içinde yaşamanın zevkiyle kılarsın…

İslam’ın bir çok özelliği var… Peki onu diğer dinlerden ayıran özellik nedir?

Bir çok özellik var ama en önemli özelliği Tevhit anlayışıdır. Çünkü diğer dinlerde peygamber ve Allah belli gruplara aittir. Bizim dinimizde Rabbül Alemin fikri var. Yani Hz. Peygamber bütün yaratılmışların peygamberi, Allah bütün yaratılmışların Allah’ı. Benim Allah’ımla Hristiyan’ın Allah’ı ayrı değil. Herkesin tek bir Allah’ı var ve bu fikir bir tek İslam’da var. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v.) için Rabbül Alemin diyor… Çok da güzel bir sözü var Peygamberimizin… Diyor ki : ” Ben bütün yaratılmışların Peygamberi’yim ama şeriatıma girene şefaat edebilirim.” O da çok önemli… Yani uyun bana diyor…

Mesela namaz Allah için o kadar önemli değil ama Peygamber Efendimiz(s.a.v.) kılana ben şefaat edeceğim diyor. Çok büyük müjdeler var bununla ilgili. Benim çok sevdiğim bir arkadaşım var, Carl Ernst. Muhammed diye İslam’ın terörist dini olamayacağını anlatan bir kitap yazdı. Bir çok ülkeden ödül kazandı, biz de ödül verdik geçen senelerde. Buraya geldiğinde gazeteciler onu karşıladılar ve şöyle bir soru sordular: ” Siz bir Muhammed fanatiğisiniz, bu nasıl oluyor bir Hristiyan olarak?”… Cevabı muazzamdı… ” Allah Allah… Hz. Muhammed bir tek Müslümanlar’a ait bir peygamber mi? O bizim peygamberimiz değil mi? Biz öyle biliyoruz…” dedi. O kadar hoşuma gitti ki bu cevabı Carl Ernst’ün… Bu idrakı bize öğretti.

Hocam peki Müslüman olarak doğmayan insanlar var… Ve kötü şartlarda yetişen… O nasıl cennete girecek?

Öncelikle biz kimin Müslüman olduğunu bilemeyiz. Benim mesela Yahudi bir arkadaşım var. Bütün apartmana hizmet eder. Onun tek çocuğu var ve ona çok düşkün. Bir gün, okul minibüsü geri geri gelirken çocuğu ezdi. Yoğun bakıma kaldırdılar kızcağızı… Kız yoğun bakımda, ertesi gün ben komşuma uğradım evdeydi… “Sen niye evdesin?” dedim. Yoğun bakıma beni almıyorlar ben de minibüs şoförünü sabah kahvaltısına davet ettim dedi… “Neden ettin?” dedim… “Kendini suçlamasın diye, çünkü bir kusur yok ki Allah verecekmiş bunu zaten başımıza o sadece sebep oldu” diyince “Sen Müslüman’sın ben şahidim”dedim. Çok sevindi “Sahi mi?” dedi…

Şunu söylemek istiyorum… Bilmiyorsun ki kızım kimin Müslüman olduğunu… İkincisi cennet bütün insanlık alemleri içindir derece derece. Bu bir idrak meselesi. Müslüman olmakla da cennetin belli seviyelerine girilmez. Cennet idrak demektir… Allah’ı ne derece idrak ediyorsan o kadar üst seviyedesin… Zaten bu alemde de öylesin, orada da öyle olursun. Onun için; kimse cennete giremez diyemeyiz. Anlatabiliyor muyum? Burada teslimiyet ve ne olduğunu kabul çok önemli…

Hemen bir hikaye anlatmak isterim burada. En sevdiğim hikayedir. Adamın biri çok güzel namaz kılıyormuş. Cebrail (a.s.) gelmiş bunu görmüş bayılmış… Gitmiş Allah’a sormuş… “Bu ne böyle efendim hiç böyle güzel namaz kılan görmedim”demiş. Allah’u Teala ” Git bak Levh-i Mahvuz’una” demiş. Cebrail (a.s.) bakmış adam şaki yani eşkıya yani kafir… Adama gelip boşu boşuna namaz kılma demiş… Adam bir sevinmiş başlamış oynamaya… “Allah’ım bana ad mı taktı… Ah sevgili Allah’ım beni adam yerine koydu da bana kafir mi dedi… Ah benim gibi bir kula da isim mi taktı! ” demiş… Şakır şakır oynuyor adam… Cebrail (a.s.) o kadar çok şaşırmış ki… Gitmiş Allah’a ” Allah’ım bu nasıl bir şey? Kafirsin diyorum oynuyor” demiş… Allah “git bak bir daha Levhi Mahvuz’una” demiş… Cebrail (a.s.) bakmış adam Said… Gelmiş adama tekrar Saitsin saitsin yanlış bakmışım demiş… Adam “bir isim daha da mı taktın Allah’ım bana” diye tekrar oynamaya başlamış… Yani kızım ben neysem neyim… Allah ile ilişkim çok önemli… O ilişkiyi kurduğun ve Allah için yaşamaya başladığın anda hiç dışarıdaki kisvenin ne olduğunun önemi yok.

Yine Ali Ulvi Kuşçu anlatmış… Ali Ulvi Kuşçu uzun süre Medine’de Hz. Peygamber’e türbedarlık yapan Konya’lı bir zat. Adamın bir tanesi aleyhte konuşmuş… “Bunlar da böyle geliyorlar pis pis kirli kirli peygamberin huzurunda uzun uzun oturuyorlar…” demiş. Sonra gitmiş bir yere oturmuş… Gözünü kapamış… Peygamber Efendimiz teşrif etmişler… Bir süt içirmişler kendisine… Gözünü açmış o pis dediği adamlar tebrik etmişler… Yani kimin ne olduğunu sen ne biliyorsun da tenkit ediyorsun… Hiç kimseyi eleştirme hakkına sahip değiliz.

Bir de; cenneti idrak olarak düşünmek lazım… İdrak ettiğin ölçüde daha fazla cennettesin… Çünkü idrak edince Allah’ı, aklı bırakıyorsun… Dünyayı akılla ölçmeyi bırakıp gönülle ölçmeye başlıyorsun. O zaman da hayatın çok değişiyor. Ve hakiki bir mürit, Cemal ister cennet istemez. Yani seni görmeyi istiyorum ben… Sen olmadıktan sonra, senin olmadığın yer bana cennet olamaz diye düşünür…

Ben Gül’ümü doğurdum… Kızım hastaydı götürmüşler çok üzgünüm… Çok beklediğim bir bebekti o… Ve içeriye Samiha Anne girdiler… İnanın orası cennet gibi oldu bana o an. Ne kız kalıyor ne eş… Yarım saat oturdular benimle. Sonra çıktılar. Hancı kitabı vardı yanımda… O yokken de kitabını okuyum dedim… Açtım. Cennet neresidir diyorlar? Allah’ım senin olduğun yerdir. Cehennem neresidir? diyorlar… Allah’ım senin olmadığın yerdir diyeceğim ama öyle bir yer yok ki diyor. İşte böyle bir idrak geliştiği zaman ortada cennetten başka bir şey kalmıyor.

Orucun hikmetlerine gelirsek?

Oruç Allah’ın Samed sıfatını giyinmek demektir. Samed, Allah’ın ihtiyaçsızlık sıfatıdır… Allah’ın hiç bir şeye ihtiyacı yok… Biz de bir gün boyunca Allah’ım yemeğe içmeye hiç bir şeye ihtiyaç duymadan yaşamayı sayende öğreniyoruz, sana benzemeye çalışıyoruz, senin bir sıfatını giyinmeye çalışıyoruz diyoruz. Bu arada fakirine eşlik ediyoruz ve bir de Allah’ın bizi sevdiğini anlıyoruz…
Bu konuyla ilgili çok sık anlattığım bir hikaye var sıkılmışsınızdır ama…

Estağfurullah hocam…

Onun için, Allah’ın ben seni seviyorum!” hitabını duyuyorsun oruç tutarken… Üstelik Allah’ı için yaşamanın zevkine varıyorsun… Orucun o kadar çook hikmeti var ki kızım… Bir anlamı kalkan demek. Seni koruyor. Bir anlamı rıfat yani yükselme demek. Allah’ın ayetlerde, orucun cevabını yalnız benden alacaksın gibi bir müjdesi var. Diğer ibadetler de karşılıklı ama orucun cevabını yalnız benden alacaksınız diyor. Bunun en güzel müjdesi de Ramazan ayının içerisinde Kur’an’ın gelmesidir. Yani kendi manasını bize sıkıntı ve bela ayında indiriyor ki sıkıntının karşılığında diyeti benim diyor…

Sağlık sorunlarından dolayı oruç tutamayanlar…

Tutamıyorum diye çok acısını çekersen tutmuş kadar alırsın sevabını inşallah. Çünkü bir gün adamı namaza şeytan kaldırmış… Adam da demiş ki “Sen hayırlı bir iş yapmazsın, doğru söyle beni neden kaldırdın namaza?” Şeytan demiş ki; “Dün kalkamadın, ciğerin o kadar yandı ki bütün kılanların sevabını Allah sana verdi… Onun için bir daha o sevaba nail olma diye kaldırdım” demiş… Tabi tutamayınca mümkün olduğu kadar parasını vereceksin tutamadığın günlerin, oruçluya hizmet edeceksin, o şekilde biraz borcunu ödemeye çalışıyorsun… Çok güzel bir laf var… Nimete karşı gösterdiğin edebin, nimet tarafından karşılığıdır oruç tutabilme kabiliyeti…

Hocam zaman çok hızlı geçiyor… Son 10 günün içindeyiz… Son 10 günün hikmeti nedir? Nasıl ibadet edilmeli?

Aslına bakarsan herkesin kendine göre bir ibadet tarzı vardır. Yani kimse başkasını taklit ederek ibadet etmemeli. Çünkü kendini mecbur hissettiğin zaman o zevki kaçırıyorsun. Bazısı zikretmekten, bazısı sema etmekten, bazısı sabahlara kadar namaz kılmaktan, bazısı Kur’an okumaktan zevk duyar… Ben kadir gecelerini özellikle kimsesizler yurdunda geçirmeyi tercih ediyorum… Çünkü bir yetim başı okşayın diyor Hz. Peygamber(s.a.v.). Bir sürü yetim başı okşuyorum… Bu senede önce kimsesizler yurduna gidip sonra da hırka-i şerifi ziyaret edeceğiz inşallah…

Bu 10 günler içerisinde çok hizmet etmeye, çok fakire yardım etmeye gayret etmeli… Allah diyor ki “yaratılmış her şey benim ailemdir, benim ailemi memnun et ki ben de senden memnun olayım.” Biz Allah’ın haremiyiz. Ve en kötüyü bile saymış yaratmış… Allah sayıp yaratmışsa o lazımdır mutlaka… Geçen bir televizyon programında anlattım…

Adamın biri demiş ki “Allah’ım hepsini anladım da şu kara böcekleri neden yarattın onu hiç anlayamıyorum.” Derken bir süre sonra kalçasında bir çıban çıkıyor, patlıyor, tekrar çıkıyor… En sonunda bir hocaya gidiyor… Hoca da diyor ki “bu kara böcekleri ez çıbanın üzerine koy düzelir” diyor… Hakikaten yapıyor ve iyileşiyor. Arkadan adamı bir gemiye bindiriyorlar… Muazzam bir fırtına çıkıyor, herkes deli gibi dua etmeye başlıyor ama bunda çıt yok. Çevredekiler sen niye dua etmiyorsun diye sorunca “Vallahi işine bir kere karıştım aylarca oturamadım, bir daha hiç bir şekilde işine karışmam Allah’ın” diyor.

Onun için, O’nun her yaptığı güzel bunu idrak etmek lazım. Mesela öyle bir ilahi dinler ve o kadar çok ağlarsın ki, bütün gün kılınan namazdan daha çok sevaba girersin… Yani zevk almaya bak kızım… Ve yaşadığın hayattan bile zevk aldığın zaman Allah’a ibadet etmiş olursun… Zorluklardan zevk aldığın, şikayeti kestiğim zaman… Mesela, giriyorsun trafiğin içine tam en zor andasın; sevgilim bu senden bana hediye dediğin zaman inan ki bütün yapacağın ibadetlerden daha büyük sevap alıyorsun… Onun için çok şükretmek çok önemli… Bizler çok az şükrediyoruz. Bir gün Fatih Cami’ne gidene kadar sabah pelesenk ettim dilime biz az şükrediyoruz az şükrediyoruz diye çocuklara da sık sık söylüyorum ki hep hatırlayalım diye. Girdik sabah namazımızı kıldık. Çıkınca karşımızda bir kasap tabelanın üstünde “ŞükürEt” yazıyor. İşaretleri okuyabilmek de çok önemlidir… O dil her yerde…

Hocam son 10 günde itikafın öneminden çok bahsediliyor… Bir de sizden dinleyebilir miyiz?

İtikaf kendinizi negatif hissettiğiniz, Allah’tan uzak hissettiğiniz zamanlarda bir gün boyunca evinizde kimseyle görüşmeden kendinizi muhasebe etmek demektir. Son 10 günde de bütün İslam alemi kendini muhasebe ediyor. İtikaf çok kıymetli bir şeydir… Biliyorsunuz Medine’de camiye giriyorlar ve orada kalıyorlar.

Manevi manada itikaf, bütün bu varlığın içerisinde kendini bir çok şeyden çekmektir. Mesela sabır kelimesinin manasını yazdım en son kitabımda… Çok etkilenerek, ağlayarak yazdım… Beyazıt Bestami Hazretleri diyor ki; Sabır, sıkıntı ve belaya sabretmek demek değildir, onu bizim mahallenin köpekleri de yapar… Sabır, önüne bütün zenginlikler ve güzellikler açılmışken hayır ben Allah’ıma dönerim diye maddeden ayrılmak ve uzaklaşmaktır.

O bakımdan kendini aşırılıklardan çekmek itikaftır. Mesela tam önüne çok güzel bir fırsat çıkmış, orada ruhunda bir rahatsızlık hissedip bu olacak ama Allah’ın hoşuna gitmeyecek, ben bunun vebalini ödeyemem diyip oradan kendini çekmek itikaftır.

Hocam bir de hepimiz tevazu sahibi insanlara benzemeye çalışıyoruz… Gerçekten öyle olabildiğimizi nasıl anlarız?

Çok basit… Birincisi eğer senin tevazu gösterdiğin insan sana kötü muamele ettiğinde üzülmüyorsan gerçekten öylesindir… Ama beni beğendi diye yapıyorsan o zaman bu nefistendir. Bunu anlaman çok kolay… İnsanlar için mi Allah için mi yapıyorsun ona bak. Aleyhinde konuşulanlardan memnunsan Allah için yapıyorsun demektir. Yani hakiki tevazu aslında insanlar önünde çok eğilmek demek değil. Aleyhinde de konuşulsa hiç aldırmamak demektir. Sana kötü muamele edene, sana gelmeyene gitmek demektir… Yani insanlarla ilgili şeyde Allah’ın istediğini tercih etmektir tevazu…

Onu da herhalde aşkla yapabiliyoruz değil mi?

Evet…

Peki aşkı nasıl artıracağız?

İşte böyle sohbetlerle kızım… Tevazu konusu çok önemli bir konu… Ben bana birisi kötülük ettiğinde hep dua ederim… Allah’a bana ona iyilik etme fırsatı ver ki sana karşı yüzüm ak olarak geleyim diye dua ederim… Çünkü orada artık o seni ilgilendirmiyor, Allah seni ilgilendiriyor. Birazcık da mutlu oluyorsun sana kötülük yapılıp da sen hiç cevap vermeyince şimdi benden memnunsundur Allah’ım diye ve diyorsun ki inşallah bu mutluluktan da kibir çıkarmayım kendime… Çok tehlikeli yollar çünkü… Aslında bil ki onu bile yaptırtan Allah…

Son sorum 🙂 Biri yalan söylüyor ve başkalarını kandırıyor… Siz de bunun farkındasınız… Burada rahatsızlık duyarsanız benlikten mi oluyor?

Hayır… O doğru görmeyi öğrendiğini gösterir. Hiç görmemek değil kızım… Allah insanı hatayı görmek üzere programlamış… Başkalarının hatalarını göreceksin… Ama ben de yapabilirim demek ki diyip hiç üstüne gitmeyeceksin ve onu kötülemeyeceksin… Bu bugün bu hatayı yaptı ama yarın beni on kat da geçebilir. Bunları düşüneceksin… Başkasına takılıp kalmayacaksın… Hatayı Allah bana gösterdi diyip mutlaka ben de yapabilirim, ben yapmayayım inşallah diye dua edeceksin…

Sevgili Cemalnur Sargut Hoca’ya, basın danışmanı Ümit Gülbüz Ceylan’a ve Murat Pasinli’ye bu güzel röportaj için çok teşekkür ederim… Umarım layıkıyla yazabilmişimdir…

Kaynak: http://yasamintatlari.blogspot.com.tr/2012/08/ramazan-ozel-cemalnur-sargut-hoca-ile.html