Yalan bir hastalık mıdır? Hangi kişilik tipleri yalana yatkındır? Masum yalan ile çıkar yalanı arasında fark var mıdır? Yalan öğrenilir mi? Yalanın altında yatan psikolojik dinamikler nelerdir? Neden antisosyaller ve histriyonikler daha çok yalan söylerler?     Yalan toplumu kemiren en önemli sosyal bir hastalık aynı zamanda. Çocuklar arasındaki kavgaya neden olan yalan, akrabaları da zehirler. İş yaşamında kişileri birbirine düşürebildiği gibi ailede mutluluğun en önemli düşmanıdır aynı zamanda. Boşanmaların artışındaki sinsi düşman olarak yalan çıkar karşımıza. Politik kavgaların temel nedeni de yalanlardır. Çocukluk çağında başlayan yalanların ergenlik ve yetişkinliğe taşınmaması için neler yapılabilir? Yalanların arka planında neler var? Hangi psikolojik etkenler kişiyi yalana iter? Tüm bunları Memory Center Nöropsikiyatri Merkezi’nden Psikiyatri Uzmanı Dr. Oğuz Tan ile değerlendirdik.
    -Yalanı yalan yapan şey nedir?
    Söyleyenin inanmamasıdır.

    -Yalan bir psikolojik kaçış olabilir mi?
    Bazı kişiler sadece ilgi çekmek için çok renkli hikayeler uydururlar. Hedefleri zor bir durumdan kurtulmak veya çıkar sağlamak değildir. Sadece ilgi odağı olmaktır. Bu tür yalanlara ‘pseudologia fantastica’ denir, ‘fantastik laflar uydurma’. Bunlar genellikle ‘histriyonik’ dediğimiz ‘oyuncu’ kişiliklerdir.
    -Kişi hangi durumlarda kendini yalan söylemek zorunda hisseder?
    Antisosyal kişilikler çıkar sağlamak için, hem de hiç pişman olmadan yalan söylerler. Histriyonikler ise ilgi odağı olmak için yalan söylerler.
    -Yanan söyleyen kişileri katagorize etmek mümkün müdür? Örneğin; yarar için yalan söyleyenler, narsistik duygularını tatmini için, zarar görmekten korunmak için vs..
    Evet, tabii kabaca yukarıdaki tasnif yapılabilir: Antisosyaller ve histriyonikler. Ama herkes yalan söyleyebilir.
    -Peki yalanı bir başka açıdan da sınıflamak mümkün müdür? Mesela, adi yalanlar, entelektüel yalanlar gibi..
    Antisosyallerin yalanı, adi yalana iyi örnek olur. Bu kişilerde sahte kimlikler, sahte adlar, adi suçlardan ceza evine girişler gırla gider. Üstelik hep kendilerini haklı görürler. Histriyonikler çıkar gütmezler, ama doktorlarını bile kandırabilirler. Entelektüel yalana iyi örnek, 20nci yüzyılın ünlü bilim felsefecisi Popper’in ‘pseudoscience’, yani ‘sahte bilim’ dediği şey olabilir. Sahte bilime marksizm ile psikanalizi misal gösteriyordu. Çünkü marksistler ve psikanalistler hipotezlerini ‘yanlışlanmaya’ değil ‘doğrulanma’ya açık olarak kuruyorlar ve ne olursa olsun daima haklı çıkıyorlardı. Halbuki Einstein 1919’da güneş tutulması olacağını yıllar evvel yazmıştı, güneş tutulmasaydı hipotezi yanlışlanacaktı, bu yüzden Einstein’in bilimi doğru bilimdi.
    -Yalan bilgisizlik bağlantısı kurulabilir mi?
    En bilgili insanlar bile yalan atabilirler. Bilgisizler, belki yalana daha çok muhatap olabilirler. Ama entelektüel yalanların muhatabının genellikle okumuş kesim olduğunu da unutmamak gerekir.
    -Biraz değiştirerek şöyle sorayım o halde. Sizce cahiller mi daha çok yalan söyler, okumuş yazmış tabaka mı?
    Okumuş yazmışlar, entelektüel yalana maruz kalır ve entelektüel yalan atarlar. Ama iyi niyetli, samîmî oldukları için buna yalan demek zordur. Kanabilirler, ama kandırmazlar.
    -Zekice üretilen yalanlar gerçekten zeka işareti midir?
    Yalanın bile iyisini uydurmak zekâ gerektirir. Mesela henüz olgunlaşmamış olan çocukların yalanları hemen anlaşılacak tarzdadır, çok masumanedir.
    -Politik yalanlar konusunda ne düşünüyorsunuz?
    Turgut Özal sağlığında İncirlik’e Çekiç Güç’ü konuşlandırmıştı. Saddam Kürtleri Irak’ın kuzeyine doğru kovalıyordu ve kendisini katliamdan alıkoyacak vicdanı yoktu. Ya sınır kapısını Kürtlere açacaktık (nitekim bir süreliğine açtık da) veya Saddam’ın gözünü korkutacak askerî gücü güney bölgemize yığacaktık. Bu askeri gücün Türk ordusu olması, her an Türkiye’yi savaşa sokmaya çalışmak demekti. Tatsız bile olsa en makul ve ehven çözüm İncirlik’e Amerikan kuvveti yığmaktı, yani Çekiç Güç’tü. Ama muhalefet Çekiç Güç’e şiddetle karşı çıktı, ülkemiz ABD tarafından işgal edilecekti vesaire. O devirde muhalefette olan bütün partiler 90’lı yıllarda iktidara geldiler ve hepsi de Çekiç Güç’ün görev süresini uzattılar. Yalan, Türk siyasetinin en büyük zaaflarından biridir. Bu kötü mirastan kurtulmadıkça ülkemizde iyi şeylerin olması çok zor…
    -İddia ve yalan sizce nasıl bir ikilidir?
    İddia sahibi kişiler yalana inanmaya da yalan söylemeye de daha yatkındırlar. İnançlarını ateşli biçimde savunan, sonra fikir değiştiren, fikir değiştirdikten sonra sanki hiç öyle bir geçmişleri olmamış gibi yeni inançlarını çok yüksek sesle haykıran, kendileri gibi düşünmeyenleri ihanetle suçlayan insanlar aramızda eksik değil. Hepimiz yanılabiliriz, ama iddiacı kişiler yanılgılarını fanatikçe savunurlar ve başkalarını inandırmak için söylenecek yalanları meşru görürler.
    -Kişilerin yalanları olduğu gibi devletlerin de yalanları var. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?
    Yalan, modern devletin temelidir desek yanlış olmaz belki de. Benedict Anderson, meşhur ‘Hayalî Cemaatler’ kitabında tarihte millet diye soyut bir cemaatin olmadığını, 19. yüzyılda milliyetçilik akımı doğduktan sonra milletin icat edildiğini, sonra bu milletlerin savaşarak devletlerini kurduklarını anlatır. Yunanlılar, Bulgarlar, Arnavutlar, Macarlar, Romanyalılar, Sırplar, Macarlar, Çekler önce kendilerine bir geçmiş yaratmışlar, bu geçmişte kendilerine kahramanlar bulmuşlar, tarih müzeleri kurmuşlar, hamasî bir edebiyat oluşturmuşlar, sonra da Osmanlı ve Avusturya-Macaristan’dan bağımsızlaşmışlardır. 19. yüzyıl ortalarında İtalyan milliyetçiliğinin çalışmalarıyla İtalya Birliği kurulmuş, ama çeşitli İtalyan şehirlerinden gelen kişiler birbirleriyle anlaşamadıkları için Fransızca konuşmak zorunda kalmışlardır. Devlet yalanları konusunda Türklerin de sicili temiz değildir. Eti Türkleri, Sümer Türkleri, Güneş Dil Teorisi gibi icatlar yalan konusunda pek de başarılı olamadığımızı gösterir.
    -Biraz söyleşinin yönünü değiştirelim müsadenizle… İnsan yaşamına dönelim. Yalanın mayalandığı dönem size göre hangi yaşlardır?
    Çocuklukta yalan sıktır ve bu pek de anormal değildir. Ancak bir insanın ileride yalancı olup olmayacağı genellikle ergenlik yıllarında kendisini belli eder.
    -Yalan aileden veya büyüklerden öğrenilen bir durum mudur?
    Bütün huylar gibi yalancılıkta da öğrenmenin rolü büyüktür. Fakat bazen çocuklarını aşırı dürüst yetiştirmeye çalışan aileler, katı ve cezalandırıcı davranarak, çocuklarını yalan söylemeye itebilirler.
    -Peki yalana yatkın olmaktan söz edilemez mi? Aynı aileden yetişmiş iki kişi bu konuda çokta farklı olamazlar mı?
    İkizler bile pek çok konuda birbirinden farklılık gösterirler. Kardeşler, aynı ortamda büyüseler bile aynı şartlarda büyümemişlerdir. Bir tarlanın verdiği ürünün lezzeti her sene farklı olabilir. Kardeşlerin huyları da farklı olabilir.
    -Hastalık haline gelmiş olan patolojik yalanı tarifler misiniz? Hangi unsurları içerir?
    Antisosyallerin çıkara yönelik yalanları ve histriyoniklerin pseudologia fantastica’ları.
    -Yalan söyleyen kişiler her konuda yalan söylerler şeklindeki bir genelleme doğru mudur?
    Çoğu insan yalan söyler, ama bunların çok azı yalancıdır. Sadece bazı konularda yalan söyleyenleri yalancı kabul etmek doğru olmaz. Ama antisosyaller ve histriyonikler sürekli yalan söylerler.
    -Yalancılığı yaşam tarzı haline getirmiş kişi düzelebilir mi peki?
    Düzelmeleri zordur. Düzelmelerinden çok bir miktar değişmelerini beklemek daha gerçekçi olur.
    -Sizce toplum olarak en çok hangi konularda yalan söylüyoruz?
    Gülten Kazgan birkaç sene evvel İstanbul gençliğinin değerleri konusunda yaptığı araştırmada, geçler arasında milliyetçiliğin yaygın olduğunu görmüştü. Fakat Türk olmakla böbürlenen bu gençler, fırsat bulur bulmaz yurt dışında yaşamayı tercih edeceklerini söylüyorlardı. Demek ki kendi üstünlüğümüz konusunda söylediğimiz şeyler, kendimizin bile inanmadığı kadar abartılı.
    -İnsanların “Ben kötü niyetle söylememiştim” savunmalarının bir anlamı olabilir mi?
    Kötü niyetle söylenen yalanın yol açacağı zarar elbette daha fazladır. Yalan şüphesiz onaylanamaz, ama niyetin kötü olmaması bir hafifletici sebep olabilir.
    -Yalan bir savunma aracı olarak da kullanılıyor mu? Ne dersiniz?
    İnsanların çoğu zor bir durumdan kurtulmak için yalan atarlar. Kendilerini iyi durumda göstermek için de yalan söyleyenler vardır.
    -Yalan mutlaka söze dökülen kelimeler ile mi söylenir? Takınılan tavrında yalan oluşundan söz edebilir miyiz?
    İletişimin daha önemli bölümü, sözel olmayan iletişimdir. Yani beden diliyle, gözlerle, bakışlarla, tavırla, edayla, ses tonuyla kurulan iletişimdir. Tavırla yalan söylemeye verilen güzel bir de ad vardır: ‘yapmacık’.
    -Yalan ile özgüven eksikliğinin bağlantısı nedir? Ya da var mıdır?
    Hayır. Özgüveni fazla olanlar daha az yalan söylerler. Çünkü olumsuz durumlarla yüzleşmeye daha fazla hazırdırlar. ‘Obsesif’ dediğimiz mükemmeliyetçi, titiz, kılı kırk yaran, inceleyip sık dokuyan insan türü de hastalık derecesinde dürüsttür.
    -Korku ile yalan ikiz kardeştir diyebilir miyiz?
    Korku insanı yalana götürür. Ama asıl tehlikeli yalan, içinde korku değil çıkar unsurunun bulunduğu yalandır.
    -Dünyayı uyutan yalanlar desem neler gelir aklınıza…
    Futbol, fado, fiesta…
    -Keyifle okuduğumuz masallar, romanlar ve tiyatrolar nedir? Buna yalandan ya da hayalden doğru çıkartmak çabası denebilir mi?
    Edebiyat elbette tabiatı gereği ‘kurmaca’dır, ‘fiction’dur. Ancak iyi edebiyat eseri, insanı anlama yönünde en değerli çabadır. Meselâ Dostoyevski’yi veya Marcel Proust’u bu kadar sevmemizin sebebi, insan ve hayat hakkında bize çok şey öğretmeleridir.
    -Kişinin kendine yaptığı övgülerin ne kadarı yalan olarak değerlendirilebilir?
    Kendilerini övenler yalan uydurmaktan çok iyi yönlerini abartarak vurgularlar.
    -Yalanın tedavisi var mıdır?
    Elbette yapılabilecek çok şey var. Ancak kişilik bozukluklarında (bu bağlamda antisosyaller ve histriyonikler) bu problem geç ve güç düzelir.

    http://www.hurriyet.com.tr/yasasinhayat/11330521.asp