Türk Kadınları Kültür Derneği İstanbul Başkanı, araştırmacı, yazar, mutasavvıf Cemalnur Sargut’la ‘Nefes Yayınları’ndan yeni çıkan ‘Meryem 1-Yaradılış Sırrı’ adlı kitabı vesilesiyle buluştuk. Dedikodu yapmak, yalan söylemek ve hasetlik duygularıyla nasıl baş edeceğimizi, kaderimizi değiştirip değiştiremeyeceğimizi ve nasıl dua etmemiz gerektiğini konuştuk…
Cemalnur Sargut’la yeni kitabı vesilesiyle bir araya geldik Yurt içi ve yurt dışında konferanslar veren Sargut, Çin’de Pekin Üniversitesi’nde, Amerika’da North Carolina Üniversitesi’nde kurulan İslam Kürsüsü’nde tasavvuf dersleri veriyor. Oxford Üniversitesi’nde de Tasavvuf Enstitüsü kurulacağını anlatan Cemalnur Sargut’la iyi insan olmayı, kötülüğü, iyiliği, hasetliği, yalanı, dedikoduyu konuştuk.
Meryem suresinden ayetlerin yer aldığı kitabınız ‘Yaratılış Sırrı’nı anlatır mısınız?
Yasin suresi üzerine yaptığımız çalışmadan sonra Bakara suresine başlamıştım. Ancak o sırada Hz. Mevlana’nın torunu Selahattin Çelebi “Araya Hz. Meryem’i suresini de alsanız” deyince biz de bunu emir addettik ve onun isteği üzerine Meryem suresini çalışmaya başladık. Hz. Meryem babasız çocuk doğuran yegâne hanım ve Kuran-ı O’nun yüceliğini, büyüklüğünü anlata anlata bitiremez, zaten kendisi de safiye makamını yani nefsin en yüksek makamını temsil eder. Safiye makamını yani nefsin en yüksek makamını temsil eder. Onu anlatan dolayısıyla da yaradılışın sırrını veren bir sure. Yaratılış Sırrı kitabımızda bu sûreye ait 15 ayeti çalıştık. Bu kitapla birçok peygamberin kıssaları ve Allah’a edilen duanın karşılığının verilişi gibi konular anlatılıyor. Kitapta halkımızın duayla ilgili merak ettiği birçok sorunun cevaplarını bulabileceksiniz. İlgili ayetlerden başlayıp tasavvuftaki ana kavramların bütün manalarını toplayarak genel bir inceleme yaptık. Kitap üzerinde çalışırken edindiğim zevk dolayısıyla hayatımın en güzel anlarıydı diyebilirim.
Kitapta, “Bela ve sıkıntılar bazı veliler için kalplerinin cilası ve istidatlarının tamamlayıcısı gibidir” deniyor. Allah bazı kullarına acı vererek şereflendirmiş mi oluyor?
Mesela evlat kadar büyük bela var mıdır? Bir anneye “Gecelerce uykusuz kalacaksın” deseler, “Allah korusun, bir gece bile uykusuz kalamam” der. Oysa doğururken çok büyük bir zevkle doğuruyoruz. Ve anne olduktan sonra o bela bal gibi geliyor. Çünkü evladı ne kadar az uyursa o kadar çok anne sütüyle beslenecektir. Anne de ”Çocuğum yesin de, büyüsün” diye bakar. Sevgiliden gelen acı ve sıkıntı insana acı ve sıkıntı gibi gelmez. İnsan bunu gördüğü zaman artık hadiselerin kendini etkilemediğini görür. Böyle olunca da özgüveni son derece artar. Ve “Çok şükür artık hadiseler beni etkilemiyor. Hadiselerin üzerine çıktım” der. Bu hâlin verdiği cennet hissini ve zevki size anlatamam. Aslında burada bir sıkıntı ve bela yok. Muazzam bir zevk ve inanılmaz bir hoşluk var. İnsan-ı Kamil de bunu yaşıyor. O yüzden de “Çevreden ne derler acaba?” gibi bir kaygının kölesi olmuyor. Hz. Yusuf’un “Ar’ı, namusu terk ettim, ar’ı, namusu terk edemezsen Allah’a ulaşmazsın” diye bir sözü var. Hz. Yusuf namuslu, değil mi diye bu hep tartışılır. Oysa burada başkalarının söylediklerine, namus anlayışına göre değil, Allah’ın namus anlayışına göre hareket etmekten söz etmiştir.
DEDİKODU YAPMAYIN
Başkalarının söylediklerine göre hareket etmesek de dedikodumuzu yapan birine nasıl davranalım?
Ben çok iyi davranırım ve hep “Bana kötülük edene iyilik etme fırsatını nasip et” diye dua ederim. Böyle durumlarda karşınızdakini günaha sokmamak için üç kereye kadar itiraz hakkınız var. O size kötülük yapmaya devam ederse daha fazla günaha girmesin diye “Canım artık dedikodu yapmasan” deyip son derece zarif bir şekilde itiraz edersiniz. Ama bazı insanlar kalıp şeklinde kendi söylediklerine öyle inanmış oluyor ki o zaman aldırmamayı tercih ediyorsunuz. Ayet-i Kerime’de “Cahille münakaşa etme, ona yüz çevir. Onunla çok görüşme” diyor.
Düşmanca davranan birine nasıl davranmak lazım? Kitabınızda mümkünse yüzüne bile bakmayın deniyor…
Dayanamıyorsanız mümkün olduğunca uzak durmak da fayda var. Ben aldırmam geçerim.
Bir İran atasözünde “Kötülük yapana iyilik yapmak, iyilik yapana kötülük yapmakla aynıdır” diyor. Siz ne dersiniz?
Kötülük yapana iyilik yaptığınız zaman onu daha çok azdırırsınız, o anlamda söylenmiştir diye düşünüyorum. Hz. Peygambere biri çok kötülük yapınca O’ da “Hayret ben ona hiç iyilik yapmamıştım, niye bu kadar azdı?” demiş. Adamın niyeti kötülük ise siz iyilik yapınca o iyice çıldırır. Daha da kötüleşir. Ayrıca bizi herkes alkışlarsa nasıl temizleneceğiz? Bakın, hepimiz Allah’ın isimleri ve sıfatlarıyız. Allah bütün o isim ve sıfatların tamamı. Şimdi isim ve sıfatın hatasından dolayı üzüntü çekersek zat alınır ve “Ben hepsiyim, sen bir parçam için niye üzülüyorsun?” der. Bir gün bir mübarek kovaya aksi yansıyan ay’a bakmış ve Hz. Şems’e, “Şu leğendeki ay ne güzel görünüyor” deyince o da ensesine tokadı patlatıp “Ay’ın hakikati orada, sen niye leğendekiyle meşgul oluyorsun?” demiş. Kulla meşgul olmak işte ay’ın hakikati yerine leğendekiyle meşgul olmak gibidir.
Kötülük yapanlara göre daha iyi insan olanlar daha çok zorluk yaşıyor. Ortada bir pasta varsa, biz, iyilerin o pastadan pay almasını beklerken kötüler kremayı yiyor. Neden?
Hz. Mevlana, “Padişah, güzel sesli bir dilenciyi saatlerce yalvartır ki o sesin güzelliğini dinleyebilsin. Çirkin sesli dilenciye de hemen parayı verip gönderir bir an önce defolsun diye” demiş. Bu tip insanlar dünya zevklerini aldıkça maneviyattan uzak kalırlar. Onun için kaymak yemeleri çok iyi. Halbuki insanı mutlu eden tek şey maneviyattır, geriye kalan ne varsa geçici heveslerdir. Çünkü dünyada her şeye sahip olsak daha güzeli var. Liz Taylor’a Richard Burton en büyük elması aldığında Liz Taylor, “En büyüğü İngiltere Kraliçe’sinde var” demişti. Tatminsiziz. Bazıları kendilerine ne verilirse verilsin doyumsuz şekilde davranır, bazıları da kendilerine bir lokma geldiğinde “çok şükür” der. Oysa huzur, mutluluk, şu vicdan rahatlığı var ya ondan daha büyük bir zevk yok bu âlemde.
KÖTÜLÜK KİŞİYE ZARAR
Anlattığınız bu hikâye, “Kötüye bir şey olmaz” sözünü de açıklıyor…
Evet. Bakın, Allah bir insanı bu dünyada imtihan etmiyorsa çok fena. Öbür âleme bırakmış demektir. Zaten bir kişi işlediği kötülük ile kendisine en büyük zararı verir, yani O’nun cezası kendi üzerindedir.
Diyelim ki birinin söylediği yalan sizi suçlu duruma sokuyor. O zaman ne yapacağız, yüzüne mi vuracağız?
Hayır. Çok zarif v e kibar şekilde yalanın çok çirkin olduğunu ifade eden bir şey anlatabilirsiniz. Mesela benim mürşidim öyle yapardı. Yalan söyleyen birine kendi yalan söylemiş gibi konuyu ima ederek o hareketin ne kadar yakışıksız olduğunu anlatırdı. Hz. Peygamber’in Yalan söyleyen Müslüman değildir” hadisinden bahsederdi. Karşımızdakini kırmadan, kişiyi kışkırtmadan yapmak lazım. Peygamber efendimiz zamanında tam namaz kılınacağı zaman biri gaz çıkarmış. Herkes bir anda “Kim yaptı?” diye dedikoduya başlamış. Hz. Peygamber de, “Dün gece kim deve eti yediyse çıksın yeniden abdest alsın” demiş. Oradaki ahaliden “Yedik” cevabı çıkınca herkes gidip abdest almış. Bu şekilde kimseyi kırmazsınız ve iç temizliğine davet etmiş olursunuz.
Çok sevdiğimiz birine kızdığımızda sadece düşüncede bile olsa aklımızdan kötü dileklerin geçmesi günah sayılıyor mu?
Hayır. Hz. Mevlana, “Kafanın içerisinde göl gibi çer çöp biriktirme. Deniz gibi deryaya sal ki senden uzaklaşsın. Eğer biriktirirsen o zaman aşikar olup günaha girersin” der. Allah insanı kusur görmek üzere ve çeşitli huylarla yaratmış. Önemli olan hiç kıskanç olmamak değil, kıskanç isek bu huyu aşmaktır.
Birine kızıp da onun dedikodusunu yapan günaha girer mi?
Konuşmamak lazım. Kul hakkına girer. Her türlü günah affolur, kul hakkı affolmaz. İçinizden geçirebilirsiniz ama hâle, harekete dökmeyin. Çünkü karşınızdaki kişi ilgili konuyu başkasına anlatmanızdan hoşlanmayacaktır, anlatırsanız günah olur.
Bunu ben de dâhil herkes yapmıştır…
Bunun günah olduğunu yeni öğrenen biri bundan sonra söylediklerinden sorumlu olur. Eğer yine yaparsa tövbe eder, bir fakire para verirsiniz, affolunursunuz. Allah o kadar affedici ki. Hz. Mevlana “Benim bulunduğum yerde günahtan başka bir şey yok, senin bulunduğun yerde de aftan başka bir şey yok güzel Allah’ım” diyor.
Her hata yaptığımızda tövbe edip günahlarımızdan kurtuluyorsak hata yapar yapar sonra da tövbe ederiz…
O zaman Allah bilir kişinin sürekli hata yapıp af dilediğini. Bu biraz Allah’la dalga geçmek gibi olur, haşa. Bilmeden yapmışsınızdır, o zaman özür dilersiniz, bir yere yardım edersiniz hemen affolunursunuz. İbn-i Arabi hazretleri; “hatayı yaptığınızı fark ettiğiniz anda “ben hata yaptım” diye içinizden bile geçirseniz af başlar” diyor.
NAZAR HAKTIR
Hasetlik, kıskançlık yapan birine karşı kendimizi nasıl koruyacağız?
En kötüsü fitnedir ve anlamı da bakırı altından ayıran ateş demektir. Öyleyse fitne içinizdeki bakırları yok ediyor, altınlığınızı ortaya çıkarıyor. Haset de fitnedir. Sizdeki kötülükleri yok edip güzellikleri ortaya çıkarır.
Haset eden birinin nazarı değmiyor mu?
Nazar haktır. Mesela çocuğunuz çok güzel okuyor, karşınızdakinin çocuğu da hiç okuyamıyor. Siz onun yanında kendi çocuğunuzu methederseniz diye Allah da “O garibe yaptığın kötülükten dolayı sana negatif enerji göndereyim” diyor. Nazar bu. Bunun için “Ziynetlerinizi örtün” der Allah tesettürü açıkladığı ayetinde.
Hiç böyle davranmadığımız halde de nazar değebiliyor…
O zaman kendi nazarınız değiyordur. Kendinizi çok iyi, çok mükemmel hissettiğiniz zaman da kendi nazarınız değer. Her zaman iyi, mutedil görüneceğim diye bir şey yok, şimdi güzel görünüyorum ama yarın ne olacağım belli değil, bu Allah’tan gelen bir iyilik demek lazım. Üzerinizde negatif bir enerji varsa hemen bir fakire yardım edersiniz, Ayet el Kürsi okursunuz, sizi nazara da, şeytana karşı da bütün gün korur.
Güzel bir çiçek gördüğümüzde, mutlu olduğumuzda“Allah’ım şükürler olsun, hamdolsun” demek de büyük bir dua yerine geçer mi?
Çok doğru. Aslına bakarsanız sadece güzel bir şey gördüğünüzde değil. Sabah kalktığınızda “Gözüm görüyor, kulağım işitiyor, ellerim işliyor. Yaşasın şimdi yemek yiyip zevk alacağım” diye şükretmeli insan. Halbuki hiç yiyemeyenler, hiçbir şeyden zevk alamayanlar var bu âlemde. Parası olup da hastalıktan kalkamayan insanlar var. Çok şükür yiyorum, yediğimden zevk alıyorum diye kaçımız şükrediyoruz. ‘Şükür, Hamd’ gibi şeyler pozitif enerji yaratır, pozitif enerji de hastalıklara karşı kalkan oluşturur. Şükürsüzlük, negatiflik, kötü görmek negatif enerji yaratır ve onlar da hastalıklara kapı açar.
İnsanoğlu iyi bir şey olduğunda şükretmeye, kötü bir şey olduğunda da küfretmeye meyilli… Siz kötü şeyler başınıza geldiğinde de şükredin diyorsunuz. İnsanın başına felaket geldiğinde nasıl olur da içten şükredebilir?
Neden başaramıyoruz biliyor musunuz? Çünkü Allah’la ilişki içerisinde değiliz, kulla ilişkideyiz. Onun için başaramıyoruz. Gelen her hadisenin Allah’tan olduğunu bilirseniz böyle düşünmezsiniz. Okulu bitirmek için imtihana girdiğinizde “Niye giriyorum ki?” diye sormuyorsunuz, “Buna mecburum, mezun olacağım” diyorsunuz. Bunları da böyle düşünün. Allah’la bir irtibat olunca ve başımıza gelen kötü şeyle imtihan olmanın bizi mezun etmeye götüreceğini bilince son derece rahatlıkla giriyoruz o imtihana. İlişkiyi Allah’la kurmak lazım. O zaman hayat çok zevkli.
Bazı insanların başına da ardı ardına felaketler gelebiliyor. Depremler oluyor, ailesini kaybediyor, tek başına kalıyor. Onlar ne yapsın?
Çok doğru söylüyorsunuz. Art arda felaket geliyorsa özellikle de aynı sebeple geliyorsa henüz oradaki problemini halledememiştir. O dersler geçene kadar o konuda imtihan eder Allah. Geçtikten sonra öyle feraha öyle bir huzura eriyor ki insan. Allah böyle sıkıntıları bizi rahata kavuşturmak için yapıyor.
İnsan iradesiyle, yaptığı eylemlerle kaderini etkileyebilir mi?
Hayır. Yaptığımız eylemlerle sadece kaderimizi yaşama biçimimizi etkiliyoruz. Hadise değişmez, hadiseye bakışımız değişir. Çok sevdiğiniz biri ölecekse ölür. Ama siz Allah aşkıyla doluysanız onun ebedi olarak ölmediğine inanırsınız ve üzülmezsiniz. Ama hiçbir imanınız yoksa ve bu konuda hiçbir çaba göstermemişseniz bu konuda yakınınız öldü diye depresyona ya da tımarhaneye girersiniz. Aynı hadise sizi cehenneme de sokar cennete de.
Kaderimizi değiştirmek için dua etmenin faydası yok mu?
Dua önceden Allah’ın içinize verdiği bir şeydir, duayı da kaderinize göre verir Allah. Siz onu istemeyi akıl bile edemezsiniz. Allah onu istetir size. Allah’ın içinize verdiği dua zaten kaderinize göre bir duadır. Kaderinizde olacak olanı istiyorsunuzdur ya da kaderiniz olmayıp sizi imtihan etmek için verir.
HER DUA GERÇEKLEŞMEZ
Her ettiğimiz dua gerçekleşir mi?
Hayır, gerçekleşmez. Allah merhamet ettiği için bazı duaları ya vakti gelmediği için gerçekleştirmez ya da vaktini bekletir. Mesela çocuklarının üniversiteyi kazanması için “lütfen dua eder misiniz” diye rica ediyorlar. Onlara “Allah nereyi istiyorsa orayı kazansın” diye dua edin diyorum. Hakikaten çocuk o okulu kazanıyor, bir sene sonra uyuşturucu müptelası oluyor. Hani o dualarla yeri göğü inletmiştiniz. Onun için sonuçları Allah’ın takdirine bırakmak lazım.
Ne demeliyiz dua ederken?
“Hakkımda hayırlıysa” cümlesini mutlaka demeliyiz. Allah’ın verdiği karar benimkinden daha hayırlı. İçinizden “Şunu istiyorum ve hakkımda hayırlıysa yerine getir” demek hakiki duadır.
Kendi yarattığımız bir dille dua etmenin önemi var mı? İlla bilinen duaları mı etmek gerekli?
Bunların hiç önemi yok. Ne samimiyse o doğrudur. Bakın; Adamın biri “Allah’ın rızasına kavuşmayı ve benden memnun olmasını istiyorum” demiş. Uzun arayışlardan sonra bir Arif bulmuş, “Ben Allah’ın rızasına nasıl kavuşacağım?” diye sormuş. Arif de “Rıza adlı şahsı bul” demiş. O da gitmiş Rıza isminde birini bulmuş. “Ben Allah’ın rızasını istiyordum, seni gösterdiler” demiş. Rıza da “Namaz kıl” demiş, adam, “Bilmem” demiş. “Oruç tut” demiş, adam “Bilmem demiş. Peki, “Şu duayı oku” demiş, adam yine “Bilmem” deyince Rıza da “Ne biliyorsun?” diye sormuş o da “Köy oyunu bilirim” diye cevap verince Rıza da “O zaman Allah için oyna” demiş. Allah için oynarken gökten taç inmiş başına. Başka bir adam da onu görünce “Senelerdir ibadet ederim ne taç gördüm ne böyle bir şey” demiş. Bizimki “Rıza’yı buldum da ondan oldu” demiş. Allah kulunun samimiyetini seviyor. Birine âşık olduğunuz zamana ona karşı samimi olmanız onu memnun etmez mi? Ona yalan söyleseniz o aşk devam eder mi? Mümkün değil. Mesela her sene Kabe’ye gitmek nasip oluyor. Yazılı olan duaları okumaktansa dilime dökülen duaları okuyarak Kâbe’yi tavaf ederim. O anda içimden ne geçiyorsa onu söylerim. Bazen Allah’ın bir ismini tekrarlarım. Bazen “Seni çok seviyorum” derim. Allah’la kul arasında herkesin kendine özel bir tarzı vardır. Kimsenin tarzı bir başkasına uymaz. Biri bir şey diler Allah onun dediğini kabul edebilir, ben aynı şeyi dilerim Allah benimkini kabul etmeyebilir. Hiçbir ailenin ilişkisi diğer aileninkine benzemez. Onun için de kural koymak çok yanlıştır. Herkesin Allah idraki farklıdır. Mesela ben çok merhametli bir Allah’a inanıyorum, başkası da ceza veren bir Allah’a inanıyor olabilir. Demek onun Allah’ı ceza verecektir ona.
İslamiyet Allah’ın verdiği her şeyden memnun olmaktır…
İslamiyet Kelime-i Şahadet’le camide cennet aramaktan ibaret değildir” diyorsunuz. Peki, nedir İslamiyet?
Allah’ın verdiği her şeyden memnun olmaktır İslamiyet. Buna göre her an şikayet içinde olan kişi Müslüman olamaz. Allah’la olan ilişkilerimizde ödevimizi aşkla yaparsak Allah’a yakınlaşırız.
Öfke ve kıskançlık duygularından kurtulmak vücudu hastalıklara karşı korur…
Öfkelendiğimiz anda kandan zehir salgılanırmış…
Öfke, kin, nefret, kıskançlık duyguları sizi hastalığa götürür. Bunları aşıp kurtulursanız o zaman bütün hastalıklara karşı vücut son derece yüksek bir direnç gösterir. Kendiniz de şaşıp kalırsınız.
Dil tohum eker sözünden yola çıkarsak her olumsuz düşünce gerçekleşir mi?
İnsan olumsuz düşünebilir. Biriktirmemek lazım. Gece gündüz bir şeyi tutturursa o da negatif enerji getirir.
Hasedin, kibrin panzehiri nedir?
Aşk. Allah’a olan aşkı artırmak lazım.
Kaynak: http://www.aksam.com.tr/cumartesi/bizi-herkes-alkislarsa-nasil-temizlenecegiz–137539h/haber-137539
Leave A Comment